Kendimi bildim bileli sosyal açıdan problemli bir insanım. Birkaç sene öncesine kadar kabul etmemek için direndiğim asosyalliğim, sanırım küçükken "naber" sorusunu ilk defa arkadaşımın annesinden duyup ne demek olduğunu anlamadığım için cevap vermediğimde yediğim trip sonrası gelişmeye başladı. Naber'in "nasılsın" anlamına geldiğini öğrendiğimde "e madem o anlama geliyor neden nasılsın diye sormuyor ki naber neymiş" diye düşünerek mavi ekran verdiğimi anımsarım. Sonrasında uzun bir süre naber demeyi reddetmiştim. Hala arada bir ağzımdan fırlasa da yine içten içe kin beslerim ona karşı.
İş hayatı her açıdan çok enteresan. Şirketler çok köşeli, yöneticiler allah belalarını veresice, ofisler bel ağrılı, insanlar zaten dünyayı kurtarıyor. Hele insanları çözmek çok zor çünkü götlerinden strateji uydurmuş hepsi. Bakıyorsun aslında davrandığı gibi ama aynı zamanda değil de. Karakter analizi yapabilmek için bol kadınlı bir şirkette en az 5 sene deneyim gerekiyor. Ben işte herkesi çözdüm, bir kendimi çözemedim.
İş hayatına başladığımda resmen içimden başka bir insan çıktı. Huysuz, nemrut, atarlı, sinirli, agresif, uyuz, rahatsız, memnuniyetsiz ama keyfi oldu mu da türlü türlü şakalar komiklikler yapan bir insan. Şehir efsanesi gibi çünkü bu "türlü türlü şakalar komiklikler" kısmını gören sadece birkaç kişi var. O insan hep oradaydı da çıkmak için kurumsal kimlik kazanmayı mı bekliyordu yoksa beyaz yakayı takınca un kurdu gibi kendi kendine mi meydana geldi bilmiyorum ama böyle bir insan izlenimi vermem beni şaşırtmadı. Çünkü zaten ben 25 senelik hayatımda günaydın kelimesinden çok "aa dışarıdan ne kadar soğuk görünüyordun aslında öyle değilmişsin" cümlesini duydum. Olduğum gibi görünmüyordum. Belki de göründüğüm gibiydim ama farkında değildim. Bir şey netti, o da bu tavrı bilinçli takınmadığım. Karakterimdendir diye kendimi teselli ettim bir süre ama öyle olsa özel hayatımda da huysuz, nemrut, atarlı, sinirli, agresif, uyuz, rahatsız, memnuniyetsiz bir insan olurdum. (PMS hariç) En sonunda huzursuz bacak sendromum gibi ırsi olduğuna karar verdim çünkü baba tarafım öyleydi. Baaayaa mantıklı.
Böyle kimlik kargaşası içinde boğuşurken bir baktım şirketteki 5. senem dolmuş ve muhabbetimin "günaydın/iyi akşamlar"dan ibaret olmadığı maksimum 5 insan var. Ha, günaydın/iyi akşamlar deyip cevap almadıklarıma hiç girmiyorum bile. Bunların sonucu da tabii kendini kalabalıkta yalnız hissetme, sevilmeme duygusu ve dışlanmışlık hissi olarak geri dönüyor. Açıkçası çalışma hayatında tam bir kereviz gibiyim. Sevmeyenim çok, sevenim az. Seven çok sever, sevmeyen hiç sevmez. Ben çok severim mesela. Salatası güzel olur, cevizli... Off hele portakallı! Neyse...
Birden nefretimizin karşılıklı olduğu bu insanların benim hakkımdaki düşüncelerine önem vermeye başladım. Çünkü her fırsatta "sen sevgiline de mi böylesin şş kaçırırsın bak çocuğu" tarzında muhabbetler ve ardımdan gelen bir "grumpy" lakabı. "Lan grumpy nedir? bari huysuz aksi falan de yavşak" diyeceğim "al işte kızım grumpysin sen haha" diyecek. Yoruldum. İnsan gibi "ben böyle biri değilim normalde" dedim, anlamadılar. "aslında valla özel hayatımda çok tatlıyım bence" dedim, dinlemediler. "hayır tabii ki sevgilime böyle davranmıyorum yhaa slk olr mu hç öyle shey :)" dedim, duymadılar. Aldım karşıma oturttum, elimi "mis" yaparak "bak güzel kardeşim, beni iş hayatı böyle yapıyor" dedim, manidar buldular. "Irsi bizde. Baba tarafımdan" dedim, inanmadılar. Daha ne diyem. Mahmut?
İmkanım olsaydı işyerimde seçeceğim 5 kişi haricindeki diğer insanların benim hakkımda hiçbir fikirlerinin olmamasını sağlardım. Şu bir gerçek ki; hiç tanınmamak, yanlış tanınmaktan kesinlikle daha iyi. Çünkü insanların kafasındaki imajı ne yaparsan yap, ne dersen de silemiyorsun. En azından hiç tanımadığın birinin sadece saçına başına, konuşma şekline karşı önyargıları var. Bu açıdan düşününce önyargı için vereceğin savaş, kemikleşmiş bir yargıyı yeni baştan kurmaktan daha kolay görünüyor.
Ve tabii daha az yorucu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder