Dün yağan deli yağmurdan sonra toprak altında havasız kalıp yeryüzüne çıkan ve pek çok insan tarafından fark edilmeyip üzerlerine basılmak suretiyle ertesi güne devam edemeyen salyangozların muhtemelen en küçüklerinden birini gördüm. Küçük parmağımın tırnağı kadar bir şeydi. Yolun orta yerinde umarsızca duran bu hayvanları kaldırıp başka yere koymak gibi bir alışkanlığım var. Çünkü ertesi sabah kırık kabuk parçaları ve salyangoz karışımından oluşan manzara gerçekten içimi parçalıyor. Neyse işte, bunu da aldım. Hareket etmenin etkisiyle yımış yımış içine kaçtı. Pek sevimliydi kerata. Sonra toprağa koyayım derken ayağımın altında öküz gibi bir tümsek hissettim. Bir baktım elim kadar salyangozu görmeyip üstüne basmışım. Neyse ki kırılmadı kabuğu ama az kalsın algı frekansımın kayması sebebiyle torununu kurtarıp büyükbabasını öldürecektim ve salyangoz popülasyonu üzerinde hiçbir etkim olmayacaktı.
Salyangoz hayvanı benim için sonbaharın habercisidir. Sezonun ilk salyamgozunu kurtardığımda sonbaharın geldiğini psikolojik olarak kabul etmiş oluyorum. Akabinde bir ürperti, boğazda bir gıcık, ellerimin dumanı tüten şeyler tutma isteği, pike yerine "nevresim" kelimesinin dilime pelesenk oluşu geliyor. "üç gün önce Alaçatıdaydın lan" diyen beynimin ekolu sesi giderek alçalıyor. Sosyal medyada "son yaz", "bu yaz da bitti :(", "gitti gider bu yazlar ne hain" açıklamalı deniz fotoğrafları gözümün önünden kayıp gidiyor ve ben üzüntüye dair hiçbir şey hissetmiyorum.
Hissettiğim tek duygu değişim. Etrafımda, kendimde, her yerde... ve bu gerçekten iyi hissettiriyor. "Değişmeyen adam kendini geliştirememiştir" demişti bir arkadaşım. Benimsediğim bu açıdan bakınca değişimden korkmuyorum. Salyangozlar ezilmesin, yeter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder