"Nefes alacak vaktim bile yok"
Onca sene sadece bu cümleyi kurmak için çalıştığını ve bu nedenle bu cümleyi bu kadar sık kurduğunu düşündüğüm insanlar var. Bu insanlar çok meşgul olmaktan ve hatta nefes alacak vakit bulamamaktan, en yakın arkadaşlarıyla görüşememekten, aileleriyle sohbet edememekten, çok yoruldukları için etraftakilerin onlara acımasından, arkalarından "yazık, çok çalışıyor çocuk" diye konuşmasından mazoşistçe haz alıyorlar. Çünkü meşgul olmak insana kendini önemli ve işe yarar hissettiren bir şey olduğu gibi başka insanlara da kendini önemli ve işe yarar hissettirmenin bir yolu.
Zaman kısıtından dolayı kitabını ancak toplu taşıtlarda okuyabilen bir sürü meşgul insan var etrafta. Çoğu muhtemelen bir dahaki metro seferlerine kadar o kitabın kapağını açmayacak olan bu insanların kaşları genellikle çatıktır ve çok ciddi olurlar. Hatta uslu bir çocuk olursanız belki omuzlarındaki yükleri, midesindeki acele yenmiş hamburgeri ya da kafasındaki aylar sonrasına yaptığı planları bile görebilirsiniz.
Şimdiye kadar alay ettiğim bu meşguliyet kavramının faydalı bir tarafı yok değil. Buna "keyfi meşguliyet" diyebiliriz çünkü yaptığın şeyi aslında yapmasan da olur. Hobi gibi mesela. Kapitalizmin bir kölesi olarak "keyfi meşguliyet"in koruma kalkanı özelliğine dört senedir mecbur kaldıkça başvuruyorum. Uygulamak için ortada birinin götüne kaçacağı bariz bir iş bulunması gerekiyor. Böylelikle hemen bir meşguliyet uyduruveriyorsun. Daha doğrusu uydurmak zorunda kalıyorsun çünkü o akşam iş arkadaşların gibi workshoplara, after work party'lere, spora, sinemaya, alışverişe gitmeyeceksen ya da sadece dinlenmek istiyorsan o iş büyük ihtimalle sana kaçacaktır. İşe başlayacakların kulağına küpe olsun.
Ne iş hayatında muhatap olduklarımız, ne arkadaşlarımız, ne de ailemiz (hatta belki de sen) tembelliğin bir hak olduğu bilincinde değil maalesef. İnsanlar da tembellik yapıyor gibi görünmemek için ellerinden geleni yapıyorlar zaten çünkü arkadaşlar arasında asosyal, faydasız, aylak adam vb niteliklerle nam salmak söz konusu. Oysa meşgul adam, aylar öncesinden söz verip ancak şimdi görüşebildiği insana "o kadar işimin gücümün arasında seninle buluştum bak değerimi bil" mesajı verir. Bu seçilmiş insan da Meşgul Adam'a minnet duyar, şükranlarını sunar, pantolonunun paçasını öper, başına kor. Vedalaştıktan sonra atılan iki-üç adımdan sonra arkasını dönüp "Arayı açmayalım" diye seslenir ve eve gidince de "keşke ben de Meşgul Adam kadar meşgul olsam" diye iç geçirerek hayallere dalar.
Kendimize ayırmamız gereken zamanın sonuna geliyoruz. Sınırlarımız net olmadığı sürece böyle bir zamanımız bile kalmayacak. Aylardır görüşemediğimiz arkadaşlarımız, sadece metroda yüzüne baktığımız kitaplarımız, yan odada olmalarına rağmen yüzünü görmediğimiz ailemiz, ayaküstü ağzımıza attığımız lokmalarımız artıp duracak. Sürekli bir şeylere yetişmeye çalışmak ama hiçbir şeye yetememekle geçiyor günlerimiz. Baktığımızda nereye gittiklerine anlam veremediğimiz telaşlı karıncalar gibiyiz.
Zam kelimesinin zaman kelimesinin ilk üç harfinden oluşması çok ironik. Ne de olsa almak için kıçını yırttığın, koşturduğun, yorgunluktan gözlerinin altını morarttığın zam, bütün bunları yaparken geçen zamanını geri getiremeyecek.
2 yorum:
yazılarının fontunu biraz büyütmelisin bence... zaten beyaz fonda lacivert yazıyı okumak zor.. bir de bit kadar olunca harfler; eh yazılar da uzun...
biraz büyük yaz azizim, gözlerim bozuldu :))
Büyütürüm tabii. Yeter ki gözler bozulmasin :)
Yorum Gönder