Bugün çok güzel bir haber aldım: Çok sevdiğim güzel bir insan İstanbul'dan pılını pırtını toplayıp eşi ve çocuğuyla birlikte Bodrum'a yerleşmeye karar vermiş. Kendim için bir süreliğine daha kurumsal çatıma sığınmam gerektiğini düşünerek üzüldüm ancak onun ve tatlı çocuğunun adına çok ama çok sevindim. Doğma büyüme İstanbul'da olmak benim için övünülecek bir şey olmadı hiçbir zaman. Keşke annemin ve babamın da öyle bir imkanı olsaydı da beni Bodrum gibi bir yerde büyütebilselerdi. Ya da herhangi bir köy de olurdu, bana hava hoş nasılsa.
Bu haberi aldıktan sonra evlere, eşyalara, arabalara ve daha saçma sapan bir sürü şeye anlam yükleyip onlara bağlanma huyumun İstanbul için geçerli olmadığını şaşırarak fark ettim bir an. Kendimi onun yerine koydum. İstanbul'da sayılı günlerim kalsaydı ne yapardım diye düşündüm. Elbette ki özlerim, arkadaşlarımdan, ailemden dolayı. Ama sanırım heyecan daha ağır basardı. Yeni bir şehirde yeni bir hayat. Yeni ev. Yeni arkadaşlar. Öğrenecek yeni şeyler. Bol zaman. Oha lan çoheycanlı!
Bir kere buna çok yaklaşmıştım. Önümüzdeki yaz temelli İzmir'e taşınabilirdim belki ama olmadı. O zaman da aynı şeyi hissetmiştim. Başta bir endişelendim, akabinde heyecanlandım, heveslendim. Olmayınca oldukça üzüldüm hatta. Gerçi bu hala manyak gibi İzmir'i sayıklamama engel değil, o ayrı. Deli gibi istiyorum. İzmir olur, Muğla olur, Urla olsa güzel olur. Maşukiye bile olur. İstanbuldan bıkıp usanmış biri olarak herhangi bir yerin buradan daha güzel olma ihtimali varmış gibi geliyor, bu da acaip bir yanılsama bence. Yozgat'a bile sempatiyle yaklaşıyorsun. Hiçbir şeyden bu kadar bıkmamak lazım, en azından makul olmak lazım ki yağmurdan kaçarken dolunun götümüze kaçması durumunda kalmayalım. Zaten gaza gelmeye çok müsaidim. Yoğurdum var diyene hıyarla koşuyorum.
Bir de bu tarz radikal kararlar ancak radikal değişikliklerin ardından geliyor. 2015'te yapmak istediğim şeyler arasında hayatıma dair radikal bir karar vermek maddesini de eklemiştim ancak o karar bu mu olur, biraz zor gibi geliyor. Yine de seneler sonrası için bile olsa böyle bir değişimi tetikleyecekmiş gibi bir his var içimde.
İnsan arayıştan vazgeçmediyse mutlaka güzellikler onu buluyor, bunu görüyorum. İstemek ve aramanın getirdiği mutsuzlukla başa çıkabilmek gerek. Alternatiflerin varlığına ve uygulanabilirliğine inanmak gerek. En öncemlisi kendine güvenmek gerek. Kararlı ve azimli olmak gerek. Zorluklarla başaçıkabilecek gücü kazanmak gerek çünkü toz pembe olmasını beklemek fazla hayalci bir yaklaşım olur. Bütün bunları bir araya getirdin mi gerisi geliyor zaten. Bense bunları biliyorum ancak yeterince hazır değilim. Daha doğrusu değiliz, ben ve adamım. Bekliyoruz otobüs bekler gibi. Trafik çokmuş, kaza mı ne olmuş Maslak'ta.
Bu yüzden şimdilik "darısı başıma" diyor ve (b)ekliyorum:
2 yorum:
Ankara'da büyümüş, okul bitince İstanbul'da çalışmış sonra '' eyhtere be'' diyerek Fethiye'ye yerleşmiş birisi olarak pek önermem. Ki burası benim memleketim. Milliyetçiliğini ya da fanatikliğini yaptığım belki tek de 2 şey var: Fethiye ve Fethiyespor (Sevgimi tahayyül edebilmen açısından söyledim)
27 yaşında emekli hayatı yaşamak gerçekten bir süre sonra inanılmaz sıkıyor, büyük şehre alıştıktan sonra. Ben de şu an İzmir olur, Ankara olur, Antalya olur, Adana'da olur, İstanbul olur, hatta Samsun bile olur diyorum. Yozgat olmaz :)
Yozgat'la ilgili tabii ki ciddi degildim. Bu aralar yozgat'in cok gereksiz bir il olduguna dair konusmalar duyuyorum sagda solda. Oradan etkilenerek adini kullanayim demistim :)
Aslinda kastettigim emekli hayati yasamak da degil. Insan bu yaslarda her acidan daha uretken oluyor. Hem kafa olarak hem de fiziksel olarak bir seyler uretebilecegim zamanim olsun isterdim sadece. Dediginize bu acidan katiliyorum, bu yasta emeklilik hayati gercekten ziyandan baska bir sey degil. Zaten cok yatmak bas agrisi yapiyor bende :)
Fethiye guzel yer, kabak filan. Tadini cikariyorsunuzdur umarim.
Dostlukla kalin
Yorum Gönder