25 Ağustos 2014 Pazartesi

Karetta Karetta Sevgilim 2

Şu yazımda Belek'e deniz kaplumbağası gözlemlemeye gideceğimi yazmıştım. Gezmekten dizimi ancak kırıp kıçımı bir yere koyabildiğim için şimdi yazabiliyorum.

Öncelikle Antalyalılar zamanında tanrıya çok büyük ayıp etmiş olmalı. Bu kanıya varmama öküz gibi sıcak ve at gibi bir nem neden oldu. Tamam, İstanbul da çok farklı değil ama kendimi döneceğim güne kadar vücudumdaki tüm suyu kaybedip kurumuş patlıcan gibi olacağım ve benden dolma yapacaklarmış gibi hissettim.

Bu deneyimden öğrendiğim çok şey oldu. Bunlardan en temeli de "karetta" değil, "deniz kaplumbağası" demem gerektiğiydi. Buna rağmen umarsızca ve tasasızca yazımın başlığını düzeltmiyorum. Neticede insanların geneli (bağa mı didin?) karetta ile deniz kaplumbağasını aynı şey sanıyormuş. Aslında tabii ki karetta bir deniz kaplumbağası ancak deniz kaplumbağaları karetta cinsinden ibaret değil. Bu konuda anlaştığımızı düşünüyorum. (hemen bir ukalalık)

Kampa gelince... Belek'te konuşlanmış pek de büyük sayılmayacak bu kamp, çoğu (hatta hepsi) üniversite öğrencilerinden oluşan 30 civarı gönüllüden, gürültücü (neyse ki gece susuyorlar) ateş böceklerinin seslerinden, bol çam ağacından, 15 civarı çadırdan ve birkaç konteynerdan oluşuyor. Kampın giderleri ve alan, EKAD'a en büyük sponsorları olan belek belediyesi tarafından sağlanıyormuş. Kahvaltılar hariç diğer yemekleri çevredeki otellerden geliyormuş. Özellikle otellerin bu konuda destek verdiğini duymak sevindirici çünkü ne de olsa bu güzel insanların orada bulunmalarının nedeni ekolojik dengeyi tehdit eden yine bu oteller.

Gönüllü öğrenciler arasında çok güzel bir arkadaşlık sözkonusu ve yaptıkları işin ciddiyetini kesinlikle kavramışlar. Çok da bilgililer. Aralarında çok güzel bir iş bölümü yapmışlar ve herkes sorumluluklarının bilincinde. Başka illerden ve hatta ülkelerden gelenler de var. Açıkçası boş beleş bir öğrencilik hayatı geçirdiğim için kendime kızdım, onlara da imrendim. Eğer öğrenciyseniz bu mutlaka yapılması gereken bir şey. Hele çadırda kalmak... Gerçi bunun yaşının olduğunu sanmıyorum ama benim de yine öğrencilikte yapmadığım bir şeydi. Hatta yağmur tarafından bertaraf edilip "karavan yatısı" haline bürünen girişimlerim nedeniyle ilk çadır deneyimimdi. Kendi yatağımda bile ne zaman bu kadar tatlı uyudum hatırlamıyorum.

İşin aksiyon kısmı tabii ki oldukça gayret gerektiriyor. Ben gece grubunda olduğum için sabaha karşı 4'te uyanıp kampa araba ile yaklaşık 45 dk mesafede bulunan ve deniz kaplumbağaları açısından en bereketli bölge olan Niğit'e doğru gönüllüler ve gözümdeki çapaklarla birlikte yola çıktım. Burada görevimiz yuvaları kontrol ve takip etmek, sıkışan yavruları çıkarmak, yuvalara ait özellikleri (derinlik, genişlik, denize uzaklık vs) kaydetmekti. Zaten ninja kaplumbağa gücünde olanlar biz oraya varana kadar fıtı fıtı denize ulaşmışlardı bile. Bunların adetlerini kumdaki izlerden ve kalan yumurtalardan saydılar. Köpek ya da kurt saldırısına uğramış yuvalar da vardı. Kurt, doğal bir predatör olduğu için çok da sorun olmadığını ama köpeklerin çevredeki oteller tarafından aç bırakıldıkları için yumurtlamaya gelen ergin kaplumbağalara ve yumurtalara saldırdıklarını anlattılar. Nitekim sahil leş gibi köpek sidiği kokusundan geçilmiyordu ve iki tane ergin deniz kaplumbağası ölüsüyle karşılaştık

Oteller bölgesine uzak yerlerde yuvanın etrafını kafeslemek yerine ağaç dallarına yuvanın tarihi yazılıp dikey olarak yerleştiriliyor çünkü üstün zekalı bazı insanlar kafesleri kaldırıp atabiliyorlarmış. Ancak sopalar pek de temiz olmayan bu sahilde çok da dikkat çekmiyor. Oteller ise bilinçli bir şekilde, şezlonglarını denizden uzağa konuşlandırmış ve kafeslerin çevrelerini boş bırakmışlar.

Bu uzun sahilde oldukça sık ve düşündüğümden fazla yuva vardı. Orada bulunduğum kısa süre içinde yaklaşık 20 tane yavrunun denize ulaşmasına şahit oldum. Bunlar dediğim gibi, yuvada sıkışanlardı. İçlerinde yüzgeçleri deforme olan, çeşitli sıkıntıları olan ve daha göbek bağı düşmemiş olan yavrular olursa bunları alıp düzelene kadar birkaç gün kamplarında misafir ediyorlar.

Yakın zamanda deniz kaplumbağalarının yuvalarındayken birbirleriyle iletişim kurabildiği öğrenilmiş. En güzeli de oradan denize ulaşan yavruların ergin olarak yine aynı yere gelip yumurtlayacağı. Daha önce yaptığım araştırmada yavruların ışığa duyarlı oldukları ve bu yüzden yapay ışıklardan olumsuz etkilendiklerini öğrenmiştim. "Bir yavru deniz kaplumbağası ışığa ne kadar duyarlı olabilir ki" diye düşünüyor insan ama hakikaten beni şaşırtan bir başka şey de yuvadan çıkarılan yavruların deniz yerine daha yeni doğmakta olan güneşe doğru gitmeleri oldu. Denizi bulsunlar diye abuk subuk şekillere girerek uzuvlarımızla gölge yapmak zorunda kaldık.

Bu gönüllülük işi sadece yazın mümkün çünkü erginlerin yumurtlama ve yumurtalardan yavruların çıkma dönemi hep yazın oluyor. Eğer sıcağa, neme dayanıklıysanız, telefon bağımlısı değilseniz, sağlık sorununuz yoksa, tuvalet/duş gibi yerleri ortak kullanmayı problem etmiyorsanız, çadırda kalmayı seviyorsanız, faydalı olmak istiyorsanız ve zamanınız varsa yapılacak en mantıklı şeylerden biri.

Elbette ki fotoğraf çektiğim oldu ama özellikle koymak istemedim. Belki merakınızı cezbedip gitmenizi sağlarım gibi hinlikler peşindeyim.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

Book Crossing

İnsan olarak, teknik açıcan bir yere bağlı olmamamıza, canlı olmamıza ve yer değiştirebilmemize rağmen aslında iletişim kurabileceğimiz insan sayısı yönünden cansız eşyalardan gol yiyoruz. En basiti, bir yerlere gitmen için bile bir sürü prosedüre uyman gerekiyor. Uçağa binmeden önce iki kere güvenlik kontrolünden geçmen gerekiyor mesela. Mecbur değilsen birileriyle fikir paylaşmamaya özen göstermelisin çünkü garip bir şekilde bunun için öncelikle birbirinizi tanımanız gerekiyor. Aksi halde karşındaki kişi tarafından itinayla püskürtülebilirsin. Ya da tanışsan bile karşılıklı hoşgörü göstermeniz, birbirinize karşı önyargılarınızdan arınmanız, objektif olmanız, bunun gibi bir çok şey olmanız ve belki de en önemlisi birbirinize güvenmeniz gerekiyor. Bunlar olmazsa zaten iletişim kuramıyorsun. Şu anda şehirlerde olan şey de bu. Fikir alış-verişimiz ve iletişimimiz minimumda çünkü kimse birbirini tanımıyor ama herkes birbirinden nefret ediyor. Nedeni de yine birbirimizi tanımamamızdan geçiyor. Belki de sadece kıyafetine kıl oldu, sesinin tonuna kıl oldu, metroda farkında olmadan yerini kaptin...

Oysa bir kitap olsan bunlara hiç gerek duymayacaksın. En fazla yazarından ya da kapağından dolayı önyargıyla yaklaşırlar sana. Bir insandan daha fazla kişiye ulaşır ve anlatırsın. Kitap olmak demek sadece senin konuşman, seni okuyanın da dinlemesi demek de değil hem. Okuyan kişi de kitaptaki cümlelere cevap verir bazen sağına soluna aldığı notlarla. Kafasına yatmayan bir şey varsa başka kitaplara sorar. Bunu yapmak için de güvenlikte ayakkabısını çıkarmak zorunda kalmaz. Kilometrelerce yol katederken yorulmaz, uyuyacak yer aramaz. Kendisini tanıtmak için nefret duygularıyla boğuşmak zorunda kalmaz. Her şey ne kadar da basit. Sırf bu yüzden bile bence bir fikri yaymanın, yaymaktan ziyade bir fikirden diğerlerini haberdar etmenin en doğru (en kolay demiyorum) yolu kitaptır ve ondan daha güzel bir aracı olamaz.

Böyle düşünme nedenim geçen gün okumaya başladığım bir kitabın içinden çıkan bir not. Merak edip araştırdım, aklıma çok yattı. Bilenleri var tabii ki ama eğer birkaç insanın bile öğrenmesine ve yapmasına neden olacaksam kendimi çok iyi hissedeceğim. Şimdi olay şu:

Aslında bir tür gezgin kitap oluşumundan bahsediyoruz. Bu süreci başlatmanız için tabii ki öncelikle kitaplığınızda bir daha hiç okumayı düşünmediğiniz ama başkalarına yararlı olabileceğini hissettiğiniz kitapları gittiğiniz yerlerde bırakmanız gerekiyor. Benim gibi, kitabın içindeki notu gören kişi de okuduktan sonra bir başka yerde bırakacak ve bu şekilde okuyanın kitabı salması şeklinde devam edecek. Merak edip baktığında da saldığın kitap şu an nerede, nerelere gitmiş, kimler okumuş görebiliyor olacaksın. Tabii ki bu en iyimser bir tablo. Kitabından bir daha haber alamayacak da olabilirsin çünkü senin gibi, kitabı bulan, okuyan ve geri salan kişinin kitap bilgilerini www.bookcrossing.com sitesine işlemesi gerekiyor. Bu arada site pek kullanıcı dostu değil ama mümkün olan en kısa sürede kitabın nasıl kaydedileceğini detaylıca anlatmayı düşünüyorum. Ben bir tanesini kaydettim, yarın salıvereceğim bakalım neler olacak.

Elbette bir insanın kitabıyla vedalaşması pek kolay değil ama zor da değil. Nedense paylaşmaya en müsait ama bir o kadar da paylaşılamaz şeyler kitaplarımız. Ben de zaten herkes elinde ne var ne yok vapura, otobüse, kafeye bıraksın demiyorum ama kitaplıkta tozlanmasın yavrucaklar. Bırakalım, durdukları yerde hareket edip bizim ulaşamayacağımız kişilere ulaşsınlar, insanlara farkındalık sağlasınlar. Böyle bir oluşumdan diğer insanları haberdar etmeleri bile yeter! Bir nevi denize şişeyle not bırakmak gibi. Birine ulaşır mı ulaşmaz mı bilmiyorsun ama ulaşırsa şahane olacağını biliyorsun ve bu seni eyleme itmeye yetiyor.


Sticker
kullanım kılavuzu yazım için buraya tık

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Pastoral Kafalar

"Yeni bir gün doğdu, farketsin tüm insanlar
Uçuyor özgürce gökyüzünde kuşlar
Kaybolmuş o kocaman şehirde insanlar
Yeni bir başlangıç zor değil ki dostlar"