28 Eylül 2014 Pazar

Book Crossing 2

Şu yazımda bookcrossing ile ilgili bilgi vermiştim. Sitenin arayüzü çok karışık olduğu için bu olaya katılmak isteyenlere ayrıntılı bir kullanım kılavuzu hazırlamak istedim. Her ne kadar gecikmeli de olsa...

1. Adım: Kitap Kaydı

www.bookcrossing.com sitesine üye olduktan sonra azad etmek istediğiniz kitaplarınızı öncelikle kaydetmeniz gerekiyor. Bunu da aşağıdaki şekilde "register book" seçeneğini seçerek yapıyorsunuz.








Daha sonra açılacak ekranı iplemeyip "skip search" butonuna tıklıyoruz.


Akabinde açılan yeni bölüme ise sırasıyla kitabın adını, yazarını, kitabın arka kapağında barkod numarasının hemen üzerinde bulunan ISBN numarasını, türünü, durumunu yazıp, okuduysak 10 üzerinden puanlayıp yorumluyoruz. Register Book butonuna tıkladığımızdaysa site bize kitap için bir BCID (book crossing kimlik nosu) veriyor.


3. Adım: Kitabı Azad Etme

Release Book kısmını seçtiğimizde açılan ekrana, kaydettiğimiz ve salıvermek istediğimiz kitabın BCID numarasını yazıyoruz.

Daha sonra açılacak olan ekranda iki seçenek olacak. Burada "wild release" dediğimiz şey, kitabı kendi kaderine terk etmek aslında. "Controlled Release" ise kitabı herhangi birine direkt olarak verdiğimizde seçmemiz gereken kısım.

 Açılan ekranda da kitabı azadedeceğimiz bölgeyi seçiyoruz.


Next butonuna tıkladıktan sonra açılacak ekranda, kitabı seçtiğimiz yere bırakacağımız saati ve zamanı giriyoruz. Burada ileri tarih verilebiliyor.


Sonrasında açılacak olan sayfada kitapla ilgili not yazıp Finish butonuna tıklıyoruz.


3. Adım: Etiket

Salacağımız kitabın iç kapağına yapıştırmamız gereken bir etiket var. Bu etiket, kitabın gezgin bir kitap olduğunu bir sonraki kişiye açıklayacak. Bunun için Store sekmesinden "Book Labels" ı seçmemiz gerekiyor.

Burada kendi etiketimizi kendimiz de yaratabiliyoruz ancak paralı. Benim gibi beleşçiyseniz açılan sayfada Free Downloadable Label Files başlığının altındaki iki linkten "Download 10 Blank Avery 2x4" Labels" olanını açıyorsunuz. Çünkü diğer linkte, BCID numaraları otomatik olarak geliyor oysa biz manuel olarak yazacağız.

Linke tıkladığımızda çıkan bu bir sayfa dolusu etiketi yazdırıp her birini ayrı ayrı kesiyoruz. İçlerinden bir tanesine, azadedeceğimiz kitabın BCID'sini yazıp kitabın iç kapağına bantlıyoruz ve artık kitabı sadece siteye girdiğimiz yerde bırakmamız yeterli. Sonra zaten gezgin kitabımız yeni insanlarla tanışmaya hazır olacak. Tabii eğer şansı varsa.

24 Eylül 2014 Çarşamba

Kereviz

Kendimi bildim bileli sosyal açıdan problemli bir insanım. Birkaç sene öncesine kadar kabul etmemek için direndiğim asosyalliğim, sanırım küçükken "naber" sorusunu ilk defa arkadaşımın annesinden duyup ne demek olduğunu anlamadığım için cevap vermediğimde yediğim trip sonrası gelişmeye başladı. Naber'in "nasılsın" anlamına geldiğini öğrendiğimde "e madem o anlama geliyor neden nasılsın diye sormuyor ki naber neymiş" diye düşünerek mavi ekran verdiğimi anımsarım. Sonrasında uzun bir süre naber demeyi reddetmiştim. Hala arada bir ağzımdan fırlasa da yine içten içe kin beslerim ona karşı.

İş hayatı her açıdan çok enteresan. Şirketler çok köşeli, yöneticiler allah belalarını veresice, ofisler bel ağrılı, insanlar zaten dünyayı kurtarıyor. Hele insanları çözmek çok zor çünkü götlerinden strateji uydurmuş hepsi. Bakıyorsun aslında davrandığı gibi ama aynı zamanda değil de. Karakter analizi yapabilmek için bol kadınlı bir şirkette en az 5 sene deneyim gerekiyor. Ben işte herkesi çözdüm, bir kendimi çözemedim.

İş hayatına başladığımda resmen içimden başka bir insan çıktı. Huysuz, nemrut, atarlı, sinirli, agresif, uyuz, rahatsız, memnuniyetsiz ama keyfi oldu mu da türlü türlü şakalar komiklikler yapan bir insan. Şehir efsanesi gibi çünkü bu "türlü türlü şakalar komiklikler" kısmını gören sadece birkaç kişi var. O insan hep oradaydı da çıkmak için kurumsal kimlik kazanmayı mı bekliyordu yoksa beyaz yakayı takınca un kurdu gibi kendi kendine mi meydana geldi bilmiyorum ama böyle bir insan izlenimi vermem beni şaşırtmadı. Çünkü zaten ben 25 senelik hayatımda günaydın kelimesinden çok "aa dışarıdan ne kadar soğuk görünüyordun aslında öyle değilmişsin" cümlesini duydum. Olduğum gibi görünmüyordum. Belki de göründüğüm gibiydim ama farkında değildim. Bir şey netti, o da bu tavrı bilinçli takınmadığım. Karakterimdendir diye kendimi teselli ettim bir süre ama öyle olsa özel hayatımda da huysuz, nemrut, atarlı, sinirli, agresif, uyuz, rahatsız, memnuniyetsiz bir insan olurdum. (PMS hariç) En sonunda huzursuz bacak sendromum gibi ırsi olduğuna karar verdim çünkü baba tarafım öyleydi. Baaayaa mantıklı.

Böyle kimlik kargaşası içinde boğuşurken bir baktım şirketteki 5. senem dolmuş ve muhabbetimin "günaydın/iyi akşamlar"dan ibaret olmadığı maksimum 5 insan var. Ha, günaydın/iyi akşamlar deyip cevap almadıklarıma hiç girmiyorum bile. Bunların sonucu da tabii kendini kalabalıkta yalnız hissetme, sevilmeme duygusu ve dışlanmışlık hissi olarak geri dönüyor. Açıkçası çalışma hayatında tam bir kereviz gibiyim. Sevmeyenim çok, sevenim az. Seven çok sever, sevmeyen hiç sevmez. Ben çok severim mesela. Salatası güzel olur, cevizli... Off hele portakallı! Neyse...

Birden nefretimizin karşılıklı olduğu bu insanların benim hakkımdaki düşüncelerine önem vermeye başladım. Çünkü her fırsatta "sen sevgiline de mi böylesin şş kaçırırsın bak çocuğu" tarzında muhabbetler ve ardımdan gelen bir "grumpy" lakabı. "Lan grumpy nedir? bari huysuz aksi falan de yavşak" diyeceğim "al işte kızım grumpysin sen haha" diyecek. Yoruldum. İnsan gibi "ben böyle biri değilim normalde" dedim, anlamadılar. "aslında valla özel hayatımda çok tatlıyım bence" dedim, dinlemediler. "hayır tabii ki sevgilime böyle davranmıyorum yhaa slk olr mu hç öyle shey :)" dedim, duymadılar. Aldım karşıma oturttum, elimi "mis" yaparak "bak güzel kardeşim, beni iş hayatı böyle yapıyor" dedim, manidar buldular. "Irsi bizde. Baba tarafımdan" dedim, inanmadılar. Daha ne diyem. Mahmut?

İmkanım olsaydı işyerimde seçeceğim 5 kişi haricindeki diğer insanların benim hakkımda hiçbir fikirlerinin olmamasını sağlardım. Şu bir gerçek ki; hiç tanınmamak, yanlış tanınmaktan kesinlikle daha iyi. Çünkü insanların kafasındaki imajı ne yaparsan yap, ne dersen de silemiyorsun. En azından hiç tanımadığın birinin sadece saçına başına, konuşma şekline karşı önyargıları var. Bu açıdan düşününce önyargı için vereceğin savaş, kemikleşmiş bir yargıyı yeni baştan kurmaktan daha kolay görünüyor.

Ve tabii daha az yorucu.

19 Eylül 2014 Cuma

Nevresim Mevsimi

Dün yağan deli yağmurdan sonra toprak altında havasız kalıp yeryüzüne çıkan ve pek çok insan tarafından fark edilmeyip üzerlerine basılmak suretiyle ertesi güne devam edemeyen salyangozların muhtemelen en küçüklerinden birini gördüm. Küçük parmağımın tırnağı kadar bir şeydi. Yolun orta yerinde umarsızca duran bu hayvanları kaldırıp başka yere koymak gibi bir alışkanlığım var. Çünkü ertesi sabah kırık kabuk parçaları ve salyangoz karışımından oluşan manzara gerçekten içimi parçalıyor. Neyse işte, bunu da aldım. Hareket etmenin etkisiyle yımış yımış içine kaçtı. Pek sevimliydi kerata. Sonra toprağa koyayım derken ayağımın altında öküz gibi bir tümsek hissettim. Bir baktım elim kadar salyangozu görmeyip üstüne basmışım. Neyse ki kırılmadı kabuğu ama az kalsın algı frekansımın kayması sebebiyle torununu kurtarıp büyükbabasını öldürecektim ve salyangoz popülasyonu üzerinde hiçbir etkim olmayacaktı.

Salyangoz hayvanı benim için sonbaharın habercisidir. Sezonun ilk salyamgozunu kurtardığımda sonbaharın geldiğini psikolojik olarak kabul etmiş oluyorum. Akabinde bir ürperti, boğazda bir gıcık, ellerimin dumanı tüten şeyler tutma isteği, pike yerine "nevresim" kelimesinin dilime pelesenk oluşu geliyor. "üç gün önce Alaçatıdaydın lan" diyen beynimin ekolu sesi giderek alçalıyor. Sosyal medyada "son yaz", "bu yaz da bitti :(", "gitti gider bu yazlar ne hain" açıklamalı deniz fotoğrafları gözümün önünden kayıp gidiyor ve ben üzüntüye dair hiçbir şey hissetmiyorum.

Hissettiğim tek duygu değişim. Etrafımda, kendimde, her yerde... ve bu gerçekten iyi hissettiriyor. "Değişmeyen adam kendini geliştirememiştir" demişti bir arkadaşım. Benimsediğim bu açıdan bakınca değişimden korkmuyorum. Salyangozlar ezilmesin, yeter.

12 Eylül 2014 Cuma

Farenjitime

geliyor
sırıta sırıta
iki yüzlü soytarı gibi
geliyor
salına salına
sahte yosmalar gibi
haber vermeden
gürültü etmeden
öcü gibi
umacı gibi
acımadan
yüreği sızlamadan
geliyor gene
üstüme çullanmaya
boğazıma sarılmaya
geliyor gene
öksürük geliyor
öhhö öhhö öhhö
melun öksürük

9 Eylül 2014 Salı

Bamya

Tanımadığım insanlarin hayat hikayelerini dinlemeye çok meyilliyim. Çoğunlukla da yaşlıların. Belki diyorum şu amca bana yol gösterebilir, belki bu teyze, belki de şurada henüz alzheimer olmamış bir dede vardır... Dedelere, amcalara ve teyzelere beyaz atlı prens misyonu yüklemek eğlenceli olabiliyor ama şu ana kadar uçuk amcalar ve "belki gelinim olur" düşüncesiyle bana yazan teyzeler hariç, bana faydalı olabilecek kimseyle karşılaşmadım. Bu konuda aceleciyim çünkü artık sıkıldım.

Sabah hasta olduğumu belirtmemin akabinde yöneticimin 5 saat 16 dakika sonra gelip şaşkınlıkla "sen hâlâ hasta mısın?" diye benimle daşşak geçmesinden sıkıldım çünkü galiba kendisi hastalığın 5 saat 16 dakika sonra geçmesi gereken bir şey olduğunu düşünüyor. Sürekli şikayet edenlerin istediklerinin yapılmasından sıkıldım ve hatta belki de ben de bu yüzden burayı mesken edindim, keyiflerimden çok sıkıntılarımı yazıyorum. Sıkıldım çünkü barajların dibini sıyırıyoruz. Sıkıldım çünkü emekliliğime çok var. Sıkıldım çünkü "köye gidelim" diye tutturmamdan insanlar sıkıldı. Sıkıldım çünkü İstanbul. Gördüğün gibi sıkılmak için gayet geçerli nedenlerim var ve itiraf et, tatmin oldun.


Yine de bunca sıkıntı meşguliyetime rağmen kendi kendimi eğlendirecek fırsatlar kollayabiliyorum. Kafamı burger king'ten içeri uzatıp "YİYİN PİS HAMBURGERLERİNİZİ İĞRENÇLER" diye bağırabiliyorum mesela. Arada sodexomdan kendi kendime pilav üstü kuru ısmarlayarak şımartıyor, böyle saçma yazılar yazarak rahatlatıyor, bamya ayıklayarak tatlı küçük sürprizler yapabiliyorum. Bamya ayıklarken düşünüyorum sonra, bamya sümüklenmesin diye koni şeklinde ayıklamayı kimin bulduğunu. Benim aklıma gelmezdi ve pişirdiğim bütün bamyalarım sümüklü olurdu. Bunu da çok acaip bir şekilde kabulenir ve "napacan, bamya da böyle işte" der, sineye çeker, kan kusup kızılcık şerbeti içtim der ve düzeltmeye çalışmazdım.

Sanırım benim asıl problemim insanları bir bamya yerine bile koyamıyor olmam. Oldukları gibi kabul edemediğimi düşünüp sonrasında "zaten oldukları gibi değiller ki gerizekalı!" deyip kendi kendime ayar verdirtmem. Halbuki bakacak olursan bamyadan pek farkımız yok. Hepimiz içimizde mukus biriktiriyoruz, küçük tüylerimiz var ve kıza, uzun, ince, tombik, minik, pörsümüş, diri gibi çeşitlerimiz mevcut. Hatta erkek olanlarımızı bir nevi bamya ayıklar gibi ayıklıyorlar. (bkz: pipili pilav) Ne bu avokado, ananas olma çabaları...

Belki de asıl sorun sorunu kendimde aramamdır. Belki de sorun bamya ayıklarken pipili pilav düşünmemdedir. Tam olarak ne bilmiyorum ama bir sorun var o çok net ve ben o sorunu çok seviyorum. Düşünmenin verdiği huysuzluk ve mutsuzluktan da ayrıca sapıkça bir zevk almıyor değilim. Beni arayışa iten ve uyanık tutan bir şey. Umarım yaptığım şey de burger king'te yemek yiyenleri başka bir şey arayışına iter. Bamya mesela! şaka şaka.

Son olarak bamya sevmeyenlerden bamyayı hatırlattığım için, bamya sevenlerden ise sümüklü dediğim için ve çüke benzettiğim için (bkz: cmylmz) özür diliyor ve bu nereye gittiği belirsiz yazıyı nihayet sonlandırıyorum.