29 Aralık 2014 Pazartesi

Eko-Köyler

Şehir hayatında pek çok şeyden şikayetçiyiz. Trafik, gürültü, hava kirliliği, müdürümüz, komşumuz, fazla mesailer, benzin zammı, kira, gökdelenler ve daha bir sürü şey. Bunlar için yapabileceğimizi düşündüğümüz en iyi şeyse evimizi işimizin olduğu yakaya taşımak, merkezden uzak yerlerde ikamet etmek, müdürümüzün kuyusunu kazmak falan... Yaklaşık iki sene kadar öncesine kadar bana da öyle geliyordu. Herkes başka seçeneği yokmuş gibi davranıyor, oysa ki öyle değil. Doğayla birlikte, sürdürülebilir, üretken, paylaşımcı ve saygılı bir yaşam alternatifimiz de var.

Ekoköy kavramı aslında çok eskilere dayanıyor ve dünyada yaklaşık 26 ülkede bu şekilde yaşayanlar mevcut ve bunlar arasındaki iletişimi kurabilmek için Küresel Ekoköyler Ağı (GEN) kurulmuş. En büyük ekoköy olan Auroville şu an Hindistan'da ve nüfusu 6bin civarında. İnsanlar sorumluluklarının bilincinde, görevlerini sahiplenerek ve paylaşarak yaşıyorlar.

En önemlisi burada insanlar birbirlerine saygılı. Mesela bazı ekoköylerde istemeyene okul yok. Zorla hiçbir şey yaptırılmıyor ve her birey eğilimli, yetenekli olduğu işle uğraşıyor. Rüzgar panelleri, biyoyakıt ve güneş panelleriyle tüketimi minimuma indirmeyi amaçlıyorlar. Vasıta kullanılan büyük nüfuslu ekoköylerde çoğu şey gibi bisiklet ya da çok ihtiyaç duyulursa toplu taşıtlar da paylaşımlı kullanılıyor. Su yağmur damlalarından ya da kurulan ağlar sayesinde sisin içindeki nemden elde ediliyor. Yapılarsa zaten samandan. Orada bir Ağaoğlu yok, mytowerland yok, para delisi emlakçılar yok. Zaten paraya karşı belli bir duruşları var. Öyle ki ekoköyde çalışan kişilere emeklerinin karşılığı olarak para değil, ihtiyaçlarını karşılaması için kartlar veriliyor. Ya da kooperatifleri var.

Bu nedenlerden dolayı böyle bir platformda yaşamanın her geçen gün bizim için çok daha zorlaştığını hissediyorum. Çünkü zaman geçtikçe insanların birbirlerine tahammülleri daha da azalıyor, sorumluluklar başkalarının sırtına yüklenmeye daha meyilli hale geliyor ve egoların sesi daha çok çıkıyor. Halbuki ekoköy denilen yerde egoyu kapıda bırakmalısınız. Nitekim bu nedenden dolayı Türkiye'de girişim olmasına rağmen hala tam anlamıyla bir ekoköy yok, çoğu girişim başarısız olmuş.

Ancak bizlerin de gidip gönüllü olarak çalışabileceğimiz, üreten, az nüfuslu yerleşim yerleri var. Buralara ürettikleri gıdaları satın alarak yada gidip gönüllü çalışarak yardımcı olabilmek mümkün.Yalnız öncelikle belirtmem gerekiyor ki gitmeyi düşünenler buraları bir tatil köyü sanmasın. Şartları sizin beklediğinizden çok daha farklı olacaktır ve sizin fiziksel gücünüze ihtiyaç duyacaklar. O nedenle iyice okuyup araştırarak ve kararlı bir şekilde bu yola baş koymanız çok önemli.

Marmariç
İmece Evi
Orman Evi
Refikler Çiftliği

Bu konuda bilgi sahibi olmak isteyenlere Sinek Sekiz yayınevinin Ekoköyler kitabını tavsiye edebilirim. Aynı zamanda Yeryüzü Derneği'nin ve Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü'nün de bununla ilgili bir çok yazısı/ropörtajı var. Bonus olarak TaTuTa (Tarım, Turizm, Takas).com'da benzer kolektifleri bulabilirsiniz.

Böyle uzaktan anlatmak bana da çok yavan geliyor bu yüzden özellikle İmece Evi'ni görmeyi çok istiyorum. Kendimi keşfetmemde faydalı olacağına eminim çünkü normal hayatımda kullandığım çoğu şeyi kullanamıyor olacağım. Tüm ihtiyaçlarımı doğadan karşılamak ve hatta mümkünse şampuan ve diş macununun bile doğadan ikamesini kullanmak... Bunun için oralara gitmeye gerek yok farkındayım. Zaten artık bundan sonra elimden geldiğince kendimi doğal hayata uyarlamaya çalışacağım.

Bu arada bu şekilde bahsedince biraz ütopik geliyor, itiraf ediyorum. Ancak imkansız değil. Dünyanın birçok yerinde bu şekilde yaşayan insan var. Onlar yapabiliyorsa herkes yapabilir, en azından deneyimleyebilir. Bütün mesele başkalarının belirlediği ihtiyaçlarımızdan vazgeçebilmekte.

Umarım bir gün başarırız.
Sevgiler,
DK

4 yorum:

ders dedi ki...

güzel bir yazı olmuş. ben de madrid'de ecoaldea köyüne gitmiştim. wwoof ile 2 hafta gönüllü kaldım sana da öneririm. diyet listeleri

Unknown dedi ki...

A ne guzel! Deneyimlerini merak ettim. Tesekkurler tavsiye icin.

Adsız dedi ki...

Blogunuzu yeni buldum, yıldızlı olarak işaretledim (: Emeklerinize sağlık çok güzel yazmışsınız.

Size birkaç öneride bulunmak istiyordum bu konu üzerine ama adlarını unuttum. 'Fairtrade' diye bir kültür var bence bunun üzerine biraz araştırma yaparsanız güzel şeylere ulaşacaksınız.
Bir diğeri, Amerika'da yayılan 'Storey Farms' buna da bakın derim, etkileneceksiniz. Bir de İngiltere'de bir hareket var bununla ilgili bir makale okumuştum. Bu hareketin destekçileri ünlüler filan da var bunu da bir araştırabilirsiniz. Kendilerine bir ad takmışlar İngilizce, ama unuttum onu :/ Savundukları şeyler kışın doğalgazı açmak yerine, daha kalın kıyafetlerle oturmak, bisiklet kullanmak gibi şeyler.
Fazla olacak ama TRT'nin sitesine girerseniz Belgesel kısmında 'TATUTA' diye bir projenin belgeseli var. Siz yazıda bahsetmişsiniz ama kısacık. Bu da üzerine konuşulması gereken çok güzel bir proje. Bence Türkiye gibi tarımla kalkınabilecek bir ülke için her şehirde uygulanması gereken bir proje. Hem doğaya, hem turizme, hem ekonomiye hem de kültürel etkileşime destek oluyor.

Unknown dedi ki...

Begendiginize sevindim ama ayni dilden konustugumuza daha cok sevindim :)
Degindiginiz konulari arastiracagim, oldukca meraklandim. Aslinda bu tarz olusumlar cok eskilerden beri var. Hatta hippilerin "back to the land" hareketini duymussunuzdur. Olabildigince icine ettigimiz dunyanin da bir sabrinin oldugunu fark etmememizden kaynakli bir arayis icine girdik bence. Haliyle son zamanlarda insanlar bilinclenir oldu ve bu tarz olusumlar artti. Bu cok mutluluk verici. Ben de kendi ogrendiklerimi burada yazarak paylasmayi ve belki de bu sayede insanlarin farkindaliklarini arttirmayi hedeflemistim.
Tatuta icin haklisiniz, cok uzun tutamadim. Projenin detayi konusunda su an bir bilgim yok ama buyuk bir proje oldugunu biliyorum. En kisa zamanda bu konuda da arastirma yapacagim.
Onerileriniz icin tesekkurler :)