Şu an gerçekten olmak istediğim yerde miyim?
İstediğim işi mi yapıyorum?
Nerede yaşamalıyım?
Mutlu muyum?
Ya da en basiti, gerçekten bu sandalyede oturup bunu yazmak istiyor muyum?
Serdar Ortaç menşeili olmasa yazının başlığını "kafamda deli sorular" koyardım ama daha önce de demiştim; ben aklı başında bir deliyim.
Hayatında algılarını por-çöz'leyen birinin olması çok güzel. Sormaya, öğrenmeye, öğretmeye, anlamaya ve senin için doğru olanı aramaya teşvik eden, öğreten birinin olması. Çünkü kendisine soru soramayan insan, karşısındakine de soru soramıyor. Öğrenme yolunda en büyük engel de bu aslında. Ya kendisinin zaten yeteri kadar şey bildiğini düşünüyordur -ki onlara bir şey öğretmek daha zordur-, ya da sadece öğrenmeye gerek duymuyordur.
İkisi de kendinden bilinçsiz bir vazgeçiş gibi geliyor bana. Etrafımızda bunu kanıksamış, kendi gücünden, zamanından vazgeçmiş ve içindeki potansiyelden bihaber olan insanların çokluğunu görünce bütün dilek mumları sönüyor, penguenler üşüyor, kutup ayıları buzda kayıp bileklerini burkuyormuş gibi hissediyorum. Böyle hissedince de mesaiye kalan kızın bilgisayarının fişini çekmek, öğlene kadar uyuyan çocuğu hunharca uyandırmak, Bebek'te büyük tabaklarda küçük porsiyonların yendiği bir yerde keyif yapan adamı ensesinden tutup yaylada odun kırdırmak, akıllı telefonunun aydınlattığı suratından telefon kadar akıllı olmadığı anlaşılan kızın facebook hesabını kapatmak istiyorum.
Hayat, zamanımızı para kazanmak için kiraya verdiğimiz ve daha sonra da kazandığımız o parayı, kiraladığımız zamanımızı mümkün olduğu kadar geri kazanmak için harcadığımız bir kısırdöngüden ibaret sanki. Günde yaklaşık on saat çalışıyor olduğumu ve bugün öğle arasından sonra işe gecikmemek için yaklaşık altı saatte kazandığım parayı taksiye vermek zorunda kaldığımı, daha doğrusu bunu yapmaya zorunda bırakıldığımı düşünüp bunu gelecek hayatıma yaydığımda ortalığı mide bulandıran bir haşlanmış karnabahar kokusu sarıyor.
Bu gibi zamanlarda o haşlanmış karnabahar kokusu adeta vücut bulup sadece benim görebildiğim hayali bir arkadaşa dönüşüyor. Ayaklarıma dolanıyor, paçamdan çekiştiriyor. Bazen bir kahve ısmarlıyor, birlikte olasılıkları konuşup plan yapıyoruz. Nedenini, nasılını tartışıyoruz.
İşte tam da bu anlarda başlıyor insan. Cevabı dumanındadır diye sigara gibi yakıyor sorularını. Yanında bir sevgili, fener tutuyor. Elindeki çay ısıtıyor. Sonsuz bir çengel bulmaca içinde, resimdeki mutluluğun adını bulmaya çalışıyorsun..
3 yorum:
hoş döndün kontes, özlemişiz :)
bu tip "yaşadığın hayatın anlamını kaybetmesi" durumlarında, benim yaptığımı yapmanı öneririm.
pılımı pırtımı topladım ve istanbuldan ışık hızıyla uzaklaştım.. şimdi bir sahil kasabasında dünyanın en keyifli işini yapıyorum. kafam da rahat, ruhum da..
sana da şiddetle tavsiye ediyorum :)
sevgiler...
not: vaad ettiğin gibi kaloriferler yanmış değil henüz, sayın yönetici :D
Cok iyi yapmissin. Benim de ayni seyi yapmam yakindir. Zaten su an bir ayagim urla'da.
Aslina bakarsan bir ara iletisime gecmek isterim seninle. Belki daha cok cesaretlenirim :)
Not: dogalgaz gelmemis buralara daha. Katalitikle idare edecez bir sure :)
Mail yoluyla iletişebiliriz, ne zaman istersen.. sonrasında, iletişim kuvvetlenebilir :))
her konuda yardıma hazırım.. cesaretse cesaret, gaz ise gaz :))
Yorum Gönder